HEP TAZE ŞAŞKINLIK

By

“Seni asla bırakmam.” dedi. “Sen beni bıraksan da asla bırakmam. Ölsem de bırakmam.”

“Ben de bırakmam” dedim. Güldü. Sanki komik bularak güldü hem de. Benim yanıtım umurunda değildi.

Bakışı çok ciddiydi, gözlerimin içine baktı, ne gördüğünden hala haberim yok.

Şimdi düşünüyorum, ne büyük sözmüş diye. Şimdi ne anlıyorum? Bırakmamak ne demek? Arayıp sormasam, düşünce unutsam, meşgulken de umursamasam… değil işte. Bırakmamak tutmak da değilmiş ki! Tutar ve hapsederse biri, aslında bırakmışmış zaten. Bırakmamak: hapsolmayacağın, sürekli dönüşeceğin, başka ilişkilerin ve birçoğu zıddıyla yeşeren başka anlamların içinde, tanışacağın-taşınacağın binbir türlü zeminde izlemekmiş. Aramızda bir anlaşma olduğunu varsaymadan, ‘ama sen çok değiştin’ demeden, ne geleceğini bilmediğin bir çok sen ile karşılaşınca eyvallah deyip boş bir sayfanın altına imza atmakmış.

Bunu bilerek söylediğini anlıyorum ve şaşıp kalıyorum şimdi.

Bunu bilerek dinliyorum kulağıma çalınan ‘ilişkilerin her türlüsü insana yüktür’ sözünü. Şimdi anlıyorum teklifsizliğin ferahlığını, emin olduğumuz o insanlarda asla teklifsiz var olamayacağımızı. Evet, ‘şimdi’ seni bırakmam. Ya sonra?

Kendini falanca meşguliyetlerle filanca statüde var edip onlarla birlikte kaybeden insanların bırakmaması tutmakmış işte. Değişmeden, yol almaya ve yolunu bulmaya izin vermeden, sahte zeminlerde ve akıp kokmaz kaplardayken bırakmamak kolaymış. Kan bağlarının zorla çekip oturttuğu zeminler ne kayganmış. Mavi-beyaz-gri-türlü apoletli yakaların yuları ancak bir eşeği tutarmış.

Öyleyse hangi bağ birbirimize iliştiriyor bizi? Hangi sırrı paylaştık? Gizlice hangi suça bulaştık? Delicesine neyi sevdik? Sahiden ya, delice severdin! Neden diyemediğim gibi nasıl olduğunu da öğrenememişim demek. Sınırlarına ulaştığımı sandığım bir deniz, beni artık yakmayan bir yangın sanmışım. Nerede ayağım kayar nerede koşarım bilirim demişim. Kimi geçilmiş kimi de tahmin edilebilir dönemeçlerden ibaret bir kaba koymuşum hayatımı. Bunların hepsini bilip güldün demek. Bunların hepsini bilip “bırakmam seni” dedin.

Arada bir “ne biliyorsun bakalım sen” diye sorardın. “İnsan ancak yaşadığını bilir” derdin sonra. “İnsan nefes aldıkça başka yaşamlara aday, buna karşın ben seni bırakmam!” demedin…ama bırakmamak böyleymiş.

Sana hayranlığımı başkalarına şaşırmalarda, başka ufukların ihtimaline koşmakta artırdım. ‘Ama ben çok değiştim’ler sıra sıra dizilirken daha çok istedim iyiliğini. Sen bunların hepsini kucaklayıp “bırakmam seni” dedin.

Şimdi zamanı düşüneceğim. Dün, bugün, yarın bırakmayacağım ne varsa onu düşüneceğim. Senin durup baktığın yerde zamanı geçersiz, adi bir zemin kılan ne var onu düşüneceğim. Bırakmayacaksın beni ya, tüm bunları yapabilirim belki.