Dar vakitlerde, büyüdüğüm şehre bakma çabasıdır.
Kordon: aynı. Kuşlar ve deniz ve tekneler ve donanma ve Şakir ve Golf yerinde duruyor. Kayalıkların çocukluğumdaki tekinsizliği kayboldu, ama hala tercih etmem. Bu rüzgarı her gün yiyip bir de kayalıklarda sersemlemeye gerek olmadığını şehir sakini bilir. Köşede balıklar sergileniyor, iskelede polisler üç tane yaya kaldırımını gözetleyip ceza kotası dolduruyor. İskelet yerli yerinde.
Çarşı: karışık. Buraya çıkıp çıkıp gelmişler belli. Pos makinasını kullanmayı hala çok iyi bilmeyen eski esnafın hemen yanında hediye paketi gibi kondurulmuş yeni dükkanlar var. Üzülür gibi oldum ama onların çoğu da yerliymiş, döneme ayak uydururlarmış meğer, gençleştirirlermiş çarşıyı… Böyle dediler hem üzüntüm tıkandı çıkamadı hem de çok sevinemedim. Balık ekmekçi ve temizlik malzemeci ve tuhafiyeci ve doncu ve kotçu ve helvacı duruyor.
Sokaklar: ağzını açıp gezersen araç park edebilir kıvamda. Dolaşmak keyifli değil. Bu kez beni alıp nostalji kuyularına atan şey sokak – cadde isimleri oldu. Şehir tarihini keşfetmenin bir yolu olarak cadde sokak isimleri çalışılabilir. Bir şey hatırlattı hepsi, bir olay; yahut memleketin bir macerası aklıma düştü.
Dedikodu: akrabalar iyiymiş. Bir tanesi el sanatları öğretmeni, gökten düşüp yerleşenleri anlattı, beraber kızdık. Gelmişler, evlerini bulup yerleşmişler, işlerini de çözmüşler şimdi şehri kötülüyorlarmış. 5 dakikada ulaşabilmek her şeyi çok “anlamsızlaştırmış”, hazırlanıp özenip pat diye varınca gidilen yerin kıymeti kalmıyormuşmuş. Ulaaan!!! Oralara arabayla gitmezdik biz de ondan! Ayrıca her yere pat diye gideyim sonra kendimle baş başa kalmaya vaktim olsun diye gelmediniz mi?? Kendinizle baş başa kalınca bir “boş”a geldiniz değil mi, işinize gelmedi… Anlamsızlık için de trafiği bahane etmek, balık gibi bakıp düşünmemek iyiymiş, size o yaraşırmış. Şimdi kalın baş başa kendinizle. Peeeeh!
Ev: İlk defa “artık tadilat yaptırmamız lazım” dediğimiz bir evdeyiz. 15 yıla geliyor. Bahçede köpek olmasına rağmen kediler gelip burada ölmeye yatıyormuş, tüylerim ürperdi. “Gelin naaşınızı emanet edin tertemiz kaldıralım; var mıydınız yok muydunuz siz bile anlamazsınız” titreşimi yayıyor olabiliriz. Bostan, tutarlı şekilde sevilen, ilgilenilen, emek verilen her şeyde olduğu gibi bereketiyle göz alıyor. Nevresimler habersiz değişiyor, yemek muntazaman pişiyor, donlar ütüleniyor ve bulaşıklar çoğunlukla elde yıkanıyor. Sevinçler ve hüzünler ve hüzünler ve hüzünler… Ana babaya bakan gözlüklerim değiştikçe başka anılar aklıma geliyor. Bu kadar farklı ama bir yandan aynı.
Yeniden görüşene kadar az dur, az sabret. Çok çekinip kapanma ama bu paraşütle bırakılanları da hemen sarmalama, gücendirme kuzenleri.